Öncelikle Sebastian Vettel’in beklendiğinden daha karmaşık bir hafta sonu geçirdiğini hatırlatmamız gerekiyor. Bu da Ferrari’nin araçta yaşadığı sorunların ana kaynağı gibi görülüyor. Sıralamalarda Mercedes’in inanılmaz gücü ile polü alması umutları yeşertmişti, ancak Ferrari pit ekibi strateji ile yarışı kazanmayı bildi.
Hafta sonu boyunca Kimi Raikkönen’in, Sebastian Vettel’e oranla araçta daha rahat görünüyordu ve bu performanslara da yansıdı. Vettel, özellikle frenleme ve sonrası için araca güvenemediğini söyledi. Yarışta da en yumuşak lastiklerde denge sorunu yaşadığını kabul etti. Bunun aksine Kimi için her şey farklı gidiyordu ve sorun yaşamıyordu. Ferrari, yarışta en mantıklı stratejiyi deneyerek finişi birinci sırada geçmeyi başardı.
Melbourne’de gördüğümüz Ferrari aracı, geçen yıla oranla çok farklı bir konsepte sahip. Ancak, büyük potansiyeli barındıran bir araca sahip. Takımın dingil mesafesi neredeyse Mercedes kadar. Ferrari, bir F1 aracının en önemli bileşeni olan vortex akımlarının, RB13’ten kopyalanarak, evrimleştirilmiş bir çözümünü Melbourne’de kullandı.
Neden özellikle bu akıma değiniyoruz? Çünkü Ferrari aracının asıl problemi Vettel’in aracın arkasını hala hissedemiyor olması.
İtalyan ekip, daha uzun dingile sahip olup, daha düşük rake açısı yaratmak istiyor. Böylelikle yeni difüzörü sayesinde havayı doğru ve daha serbest çalıştırarak aerodinamik verimliliği arttırmak istiyor. Gerçek problem ise Ferrari mühendislerinin rüzgar tüneli ve CFD verilerinin, pistteki aerodinamik yük değerlerinin birbirini tutturamamış olmaları. Basitçe anlayabilmeniz için; Ferrari aracının arka tarafında aerodinamik bir yük yoktur. Bu yüzden aracın arkası hissedilemez halde ve sadece mekanik bileşenler sayesinde yürüyor.
###