2018 Meksika GP malumun ilanıyla sonuçlandı, Mercedes’ten Lewis Hamilton çizgiyi geçtiğinde beşinci sürücüler şampiyonluğunu garantilemişti. Bundan sonra İngiliz pilotun yetenekleri ve Formula 1’in tarihindeki yeri gibi şeyler konuşulmaya başlandı.
Gözlerin şampiyonluğu kaybeden Sebastian Vettel’e dönmesi ise çok daha önce olmuştu ve yankıları devam etmekteydi. Takımı Ferrari üst üste 11. yılını da sürücüler şampiyonluğu olmadan bitirmiş, 12. yılına girecekti. Üreticiler şampiyonluğu da kaybedilmişti, 2019 itibarıyla son şampiyonluğun üzerinden 11 yıl geçmiş olacak.
Peki Ferrari, Sebastian Vettel’i takıma almakla bir hata yapmış olabilir mi? Peki Fernando Alonso takımla devam etse son iki yılda şampiyonluğu yakalayabilir miydi?
Motorsport Week’ten Graham Keilloh yazmış, bana da tercümesi düştü.
Rakamlar Ferrari’nin 21 yıl sürücüler şampiyonluğu (Jody Scheckter 1979 – Michael Schumacher 2000) ve 16 yıl üreticiler şampiyonluğu (1983 – 1999) hasreti çektiği yıl rekorlarından çok uzak. Ancak o yolda gidiliyor. Formula 1’in en ünlü ve çoğu zaman en çok harcayan takımı olduklarını hep unutuveriyoruz.
Rakamları daha vurucu yapan şey ise Ferrari’nin bu süreçte aslında ‘oralarda’ olmasıydı. Mercedes sadece 2014’te rekabetçi hale geldi, McLaren düştü, Red Bull 2014’ten bu yana motorlarından muzdarip. Ferrari’nin böyle bir bahanesi yok. Dahası, son yıllarda iki şampiyonluk için de savaşa dahil olmuşlardı. Ortalama almaya kalksak bile bir noktada bir şampiyonluk kazanmış olmaları gerekirdi.
Vettel ve Ferrari’nin durumu elbette Vettel’in 2014 sonunda yerini aldığı pilota göre çok daha iyi. Fernando Alonso McLaren ile geçirdiği zamanlarda korkunç şeyler yaşadı, önce Honda, sonra Renault güç üniteleri, McLaren’ın iyi olup olmadığı anlaşılamayan şasileri ile birlikte çoğu yarışı daha başlamadan bitmişti.
Alonso için son zamanlarda çok az kişi üzülüyor, sürekli olarak tüm bunları başına kendisinin açtığından bahsediliyor.
Peki ya teleskopun yanlış ucundan bakıyorsak? Olay Alonso’nun kendisini şampiyonluktan uzaklaştırması değil de, Ferrari’nin Alonso’ya kapıyı göstererek iki şampiyonluktan olmuş olmasıysa?
Vettel’i de bir seviyede anlamak mümkün, Ferrari sezonun hayati bölümünde gelişim yarışında Mercedes’in gerisinde kaldı, ancak aynı zamanda Alman pilotun hataları da ciddi şansın toz olup uçmasına neden olmuştu. Hatta düşündüğünüzden fazla da olabilir. Meksika’ya kadar incelendiğinde, hataları olmasaydı 24 puan önde olacaktı. Meksika sonucunu da ekleyin, bitime iki yarış kala 30 puan önde olmak. Son iki yarış aynı şekilde sonuçlanmış olsa puan farkı 6’ya düşecek, ancak Vettel şampiyon olacaktı.
Böyle şeyleri anlatırken yüzde yüz emin olmak asla mümkün olmaz, alternatif gerçeklikte bu kesinlikle konuşamazsınız. Ancak diğer taraf için de bu geçerli, Vettel şampiyonayı lider götürseydi Mercedes ve Hamilton bu puan tablosu baskısıyla daha fazla puan da kaybedemez miydi?
Geçen yıl da benzer bir hikaye vardı. Vettel şampiyonluğu 46 puanla kaybetmişti. O zaman da Ferrari’nin gelişimde geride kaldığını elbette söyleyebilirdik, o zaman dayanıklılık sorunları da vardı. Ancak meşhur Singapur ilk tur hatası şampiyonada bir anda 32 puanlık kayışa neden olmuştu. Hamilton’a göre nerede bitireceğini de bilemiyoruz, daha fazlası bile olabilirdi. Bakü’deki hatası da 13 puana mal oldu.
Martin Brundle ve David Coulthard, Alonso’nun Ferrari’de olması halinde 2017 şampiyonluğunu kazanabileceğini söylemişlerdi, bu yıl da benzeri olabileceği söylenebilir. Alonso elbette hatasız birisi değil, ancak sonuçlarını azamiye çıkarma çabaları onun şöhretinin önemli bir parçası.
Ferrari içinden biri Monza’da Nigel Roebuck’a şunları söylemiş: “Sebastian harika bir sürücü, ancak Fernando kadar değil.”
Alonso’nun Ferrari’den gönderilmesinin altında yatan sebebin her şeyi kendine tartması olduğu söylendi durdu, ancak tam nedenini hiç bilmiyoruz ve hiçbir şey açık değil.
Zamanında Ferrari’nin Alonso’nun uzun vadeli bağlılığından emin olamadığı ve basına verdiği eleştirel demeçlerden dolayı kendisinden memnun olmadığı yazıldı. Ancak bunlardan hiçbiri çözülemeyecek bir sorun değildi. Belki de kısa süreli Ferrari takım patronu Marco Mattiacci’nin Alonso’ya ‘lider sen değilsin’ hissi vermesi de etkili olmuştur.
Tüm bunlar göz önüne alındığında Ferrari’nin iki şampiyonluğu çöpe attığını, çünkü Alonso’nun ‘biraz zor biri olduğunu’ düşünmeye başladığını söyleyebiliyoruz. Bunun akıllıca bir hareket olduğunu düşünenler olabilir, ancak aksini düşünmek daha normal gibi görünüyor.
F1 son zamanlarda bir sürücünün nasıl olması gerektiği ile ilgili bir tanım geliştirmiş gibi. Zarif, kibar, PR’a uygun, tamamen takım odaklı. Ancak en iyi yol gerçekten bu mu? Peki pist dışı uyum gibi ikinci önemde olması gereken bir şeyden dolayı heba edilen yetenekler, elde edilecek başarılar ne olacak? Yetenek ve zor bir kişilik özelliklerinin arasında olan ilişki tesadüf değil, bağımsız bireylerin yaptıkları işlerde daha başarılı oldukları bilinir.
F1’de her zaman böyle olmadı. 90’ların başlarına, Ayrton Senna ve Nigel Mansell’in dönemin en iyilerinden olduğu zamanlara gidelim. Alain Prost da var, politikliğini saymazsak. İkisi de inanılmaz yetenekli pilotlar, ancak birlikte yaşaması bir kabus.
Alan Hanry, 92 sezonunun sonlarında Senna’yı takip ederken şunların farkına varmış: “Onun kokpitte olmadığı zamanlar sürekli yaptığı takım eleştirisi bir noktada aşırılara varmıştı. McLaren’dan serbest bırakılmak ve Williams’a gitmek istiyordu.”
Senna zamanında McLaren mühendisi olan Gordon Kimball da şöyle anlatıyor: “Ayrton çok saldırgan, hiç güvenilemeyen, çok paranoyak biriydi, daha fazlası da vardı. Çok şey yaptı, ancak çok zor bir karakterdi.”
Mansell’e gelelim. Patrick Head eski pilotu hakkında şunları söylemişti: “Onun çok çatışmacı bir kişilik olduğunu benim söylememe gerek yok. Onu bu kadar iyi yapan şeylerden biri de bu, rekabetçiliğini içinde taşıyor ve asla bırakmıyor.”
“Aynı zamanda birilerinin sürekli kendisine zarar vermeye çalıştığını düşündüğü bir komplekse sahipti. Herkesin onu baltalamaya çalıştığını düşünüyordu. Mansell’in bulunduğu ortamlarda gerilim her zaman çok yüksek olurdu. Ortam günden güne daha yıpratıcı bir yere dönüşürdü. Ancak bu da onun işi yapma biçimiydi ve şüphesiz yapıyordu da.”
Ancak bu özellikleri ikisinin de takımlar tarafından kabul edilmesine engel olmadı. O zamanlar yetenek ve sonuçları alır ve geri kalanıyla baş ederdiniz. Şimdi bakıldığında bu çok mantıklı geliyor, çok mantıklı.
Diğer sporlar da bu sorunla baş ediyor. Krikette İngiltere takımında Ian Botham’ın idare ediliş şekli bunun en iyi örneği. Onun bir takım içinde bulunmasına rağmen özgür olmasına izin veriliyor, çünkü her şeyi takımı için yapıyor, kararlarda katkısının bulunmasını istiyor. Tüm bunlar da takıma katkı sağlıyor.
Tek bir adama özel bir şekilde davranılmasını diğer oyuncular da anlayabiliyor, Botham’ın bunları yapmasına izin veriliyor, çünkü o senden daha iyi bir oyuncu. Oyuncular da bu sebeple takım içinde ikilik de olsa, genel olarak sonuçlar geldiği için bunu kabul etmekte sorun yaşamıyorlar.
2014’te İngiltere Kriket takımından gönderilen Kevin Pietersen buna ilginç bir örnekti. Pietersen egoistti, aklına geleni söylerdi, otoriteye saygı duymazdı, ancak bunlara rağmen takımın en iyi skor elde eden oyuncusuydu.
Gönderilince daha mı iyi oldu? Takımın gücü bir daha asla geri gelmedi.
Elbette Alonso-Ferrari alternatif evreninde de bazı sorunlar var. Alonso hala Scuderia’da olsaydı, şu an dokuz yıldır takımda devam ediyor ve Michael Schumacher’den daha fazla kalmış olacaktı. Alman pilotun bu kadar kalmasına yardımcı olan ise başarıların üst üste gelmesiydi. Ferrari’nin periyodik olarak lider sürücülerini göndermek zorunda hissetmesi gibi bir özelliği de var ve bunlar her zaman sürücünün yeteneği veya sonuçları ile ilgili olmuyor.
Ancak yine de hepimiz Alonso’nun kariyerine veda ederken geriye bakıp bazı kariyer kararlarından pişman olup olmadığını bilmiyoruz, eski takımı da böyle düşünüyor olabilir. Biraz takım içi agresiflik, iki şampiyonluk uğruna her F1 takımının katlanabileceği bir şey.
]]]