1926 yılına geldiğimizde ilk arabası olan olan Tipo 26′yı gün yüzüne çıkartır çıkarmaz Targa Florio’da zafer elde ederek isimlerini herkese duyurdular. Bu sıralarda bir diğer kardeş Maserati Mario, Bologna’daki Neptün Çeşmesinden esinlenerek artistik yeteneklerini konuşturdu ve efsanevi Maserati amblemini tasarladı. Altı yıl sonra ise kardeşlerden Alfieri bir karaciğer rahatsızlığına yakalanıp hayata gözlerini yumdu.

Bu sarsıcı olaya rağmen üç kardeş, Bindo, Ettore ve Ernesto 1937 yılına kadar yarış arabaları üretmeye devam ettiler ve sonra da şirketin hisselerini Adolfo Orsi ailesine sattılar.

Maserati kardeşlere markanın mühendislik işlerinin başında görevlerine devam etme fırsatı tanıyan Orsi, fabrikayı ise bugün de olduğu yer olan Modena’ya taşıdı.

Bu gelişmeleri Maserati 8CTF’nin 1939 ve 1940 Indianapolis yarışlarını kazanması izledi.

İkinci Dünya Savaşı süresince Maserati kardeşler, bütün dükkatlerini bujiler ve İtalyan Savaş endüstrisi için diğer çeşitli bileşenler üretmeye yoğunlaştırdı. Savaşın sonuna doğru markanın sahibi Orsi, Fiat ve Alfa Romeo’nun önde gelen mühendislerini firmaya katarken, Maserati kardeşler ilerleyen süreçte kurdukları şirketin dışında kaldılar ve OSCA İtalya Spor Araba Markasını kurdular.

Maserati kardeşlerin firmadan ayrılmasından çok az bir zaman geçmişti ki Orsi, yol arabaları üretme fikrine daha sıcak bakmaya başlayıp, 4CLT, 8CLT, A6 serisi ve ikonik A6GS serisinin üretilmesine ön ayak oldu.

1954′te Maserati Formula 1′de yarışmak için Maserati 250F’i üretti. Bu makina altı silindirli 2.5 litrelik bir motora sahipti ve 8000 dd’da 279 beygür güç üretebiliyordu. 250F’in son hızı ise saatte 290km’ydi.

Juan Manuel Fangio bu arabayla 1957 yılında Formula 1 Dünya Şampiyonu olmuştu. Firma 1957′de Mille Miglia Guidizzolo’daki ölümlü kaza ve trajedi üzerine yarışmayı bırakıp tamamen lüks yol otomobilleri üretimine döndü.

Bu karar belki de Maserati’nin dünya otomobil tarihine altın harflerle kazınan bir barka olmasına neden oldu ve firmanın tarihinde altın bir döneme geçmesini sağladı.

1963′te marka ilk dört kapılı arabası olan Quattroporte’yi piyasaya sürdü. Onu 1967′de Ghibli Couppe izledi. Ghibli 330 beygir gücünde, 4.7 litrelik V8 motoruyla tam bir canavardı ve 0-100km hızlanması 6.8s civarındaydı.

İlerleyen yıllarda ekonomik güçlüklerle boğuşan, Citroen’e satılan, sonra iflasını açıklayıp yeniden bu kez Alejandro De Tomasso’nun firmayı satın almasıyla faaliyete geçen firma, 1989′da adeta dibe vurarak Chrysler TC by Maseratti diye ilginç bir modele imza attı. Model piyasaya çıktığı yıl Dodge Daytona’nın Chrysler şasisi ve Maserati motoruyla yeniden üretilmiş hali olarak otomobil gazetecileri tarafından iki tarafında en kötü özelliklerini almış bir araba olarak nitelenmişti.

Sonrasında De Tomasso firmanın yüzde 51 hissesini Fiat’a satarken, sonradan önce bir bölüm hisse, daha sonra da Maserati’nin tüm kontrolü Ferrari’ye geçerek Maserati tamamen lüks segmentte üretime geçmiş oldu.

Quattroporte’nin 6. nesil şasisi ve Ghibli ile BMW 5 serisi ile rekabet içinde olan Maserati, 2015′te piyasaya çıkması beklenen SUV’si Levante ile de büyük başarı hedefliyor.

Maserati CEO’su Harald Wester’a göre firma 2015′te öngörülen 50.000 araç üretimiyle tarihinin en iyi yıllarını yaşamaya başlayacak. Ne diyelim. İyiki doğdun Maserati!