Jules Bianchi… 2014 yazında Kimi Raikkonen’den boşalacak olan Ferrari koltuğu için en büyük aday bu genç Fransız’dı. Öyle ki, gridin en kötü iki aracından biriyle Monaco’dan puan çıkarmayı bu başaran genç pilotun 2015 sezonunda Ferrari koltuğuna oturmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Bu genç pilot, aynı zamanda Formula 1’in bir şampiyona olarak yapılmaya başlandığı 1950’den bu yana yarışan ve sporun en büyük markası olan Ferrari’nin kendi olanaklarıyla yetiştirdiği ilk pilot olacaktı. Ki Monaco’nun ardından da o vasat Marussia’yla maksimum randıman almayı başaran kişi yine Bianchi’ydi. Ancak bu gelecek vaat eden genç 24 yaşındaki genç Fransız’ın adı, sisli ve yağmurlu bir günde, tarih sayfalarına trajik bir şekilde not düşülmekten kurtulamadı.
5 Ekim 2014…
Sezonun 15. yarışı için Suzuka’da her şey hazır. Hafta başında yapılan tayfun uyarıları yarışın saatinin değiştirilip değiştirilmemesi konusunu ister istemez gündeme getiriyor. Ancak tayfunun pisti yarıştan sonra vuracağını düşünen meteorologlar ve yarışın sekteye uğramamasını isteyen yarış komiserleri saat ve günde herhangi bir değişikliğe gitmiyorlar. Meteorologların dediği doğru çıkıyor ve yarış saatinde tayfun pisti vurmuyor ancak şiddetli yağmur, yarışın güvenlik aracı arkasında başlamasını gerektiriyor. İkinci turda aşırı yağmur nedeniyle kırmızı bayrak çıkıyor ve tüm araçlar pit alanına diziliyor. Suzuka’nın kasvetli havası aslında yarış komiserleri ve pilotlar dahil herkesi tedirgin ediyor ama orada toplanan binlerce biletli seyirciyi evlerine göndermek kimsenin işine gelmiyor. Her neyse, yarış 20 dakikalık bir bekleme süresinin ardından güvenlik aracının arkasında yeniden start alıyor. Yarışın 29. turunda, pole pozisyonundan başlayan takım arkadaşı Nico Rosberg’i yaklaşık 10 turdur iyiden iyiye sıkıştıran Lewis Hamilton ilk virajda rakibini geçmeyi başarıyor ve dünya şampiyonluğuna bir adım daha yaklaşıyor. Ön tarafta bunlar yaşanırken 40. turda Adrian Sutil, 7. virajda aquaplaning yaşıyor ve bariyerlere vuruyor. Kazanın ardından yarışta çift sarı bayrak uygulamasına geçiliyor. Buraya kadar her şey normal akışta giderken, bayraklar altında fazla zaman kaybetmek istemeyen ve (telemetri verilerine göre) kendisine verilen hız limitini aşan Jules Bianchi aynı yerde dışarı taşıyor. 42. turda 7. viraja yönelen tıbbi araç neler olup bittiği hakkında seyircileri büyük bir meraka sürüklerken, Adrian Sutil’in gayet sağlıklı bir şekilde aracından çıktığı görülüyor. Bu durumda tek senaryo, tıbbi aracın Bianchi veya bir marshal için oraya gittiği yönünde şekilleniyor. Yarış başladığı gibi kırmızı bayraklar altında bitiriliyor ve herkesin aklında tek bir soru kalıyor ”7. virajda ne oldu?” Kazanın üzerinden saatler geçiyor ancak bu soruya kimse net bir cevap veremiyor. Ortada birçok spekülasyon dolaşırken bir seyircinin Facebook’a koyduğu video orada tam olarak ne olup bittiğini açıklıyor. Aracın kontrolünü kaybederek, kendisinden bir önceki turda kaza yapan Adrian Sutil’i kurtarmak için piste giren bobcat’in altına yaklaşık 200 kilometre hızla giren Biachi’nin aracı, o anda tuzla buz oluyor.
Kazanın ardından piste en yakın hastaneye kaldırılan genç pilotun başına sert bir darbe aldığı ve travma geçirdiği açıklanıyor. Çok geçmeden de komaya giriyor. Yarışın ardından Ferrari’nin Japonya’ya getirttiği doktorlar ve Bianchi’nin tedavisine Nice’te devam edilmesi, kaçınılmaz sonu ertelemekten başka hiçbir işe yaramıyor. Kazanın yaşandığı 5 Ekim 2014’ten, 17 Temmuz 2015’e kadar tam 285 gün savaşan ve mücadeleyi elden bırakmayan Jules Bianchi, hayata gözlerini yumuyor.
Kazada İhmal Var mıydı? Hata Kimdeydi?
Yukarıda da bahsettiğim gibi kazanın öncesinde tayfun ve şiddetli yağmurun pisti vuracağı tahmin edilmişti. Ancak pistin promotörleri yarışın Avrupa saatiyle 04:00’da başlamasından ve biletli seyircileri evlerine göndermekten çekindikleri için yarış olağan saatinde başladı. Bu konu gerek yarış haftasında, gerekse korkunç kazanın ardından birçok kişi tarafından çok sert bir şekilde eleştirildi. Eleştirilerin bazı doğru tarafları olmakla beraber, yarışın startından 2-3 saat önce de şiddetli şekilde yağmur yağdığını ve kazanın gerçekleştiği sırada yağmurun hafiflemeye başladığını, hatta pilotların Intermediate lastiklere geçtiğini de biliyoruz. Açıkçası bu konudaki eleştiriler biraz kolaya kaçmak oluyor.
Yarışın ardından en çok tartışılan konulardan biri de bayrak uygulaması ve Sutil’in kazasının ardından güvenlik aracının yarışa dahil edilmemesi oldu. Suzuka’daki 7. virajın(Dunlop Virajı) hızlı ve o hava şartları altında epey tehlikeli bir yer olmasını göz önünde bulundurursak bu eleştiriler belli bir temele dayandırılabilir. Ancak Sutil’in kazasının hemen ardından uygulanan sarı bayrak ve sektör bitiminde sallanan yeşil bayraklarda herhangi bir kusurun olduğunu söyleyemeyiz. Bayrak uygulaması tamamen doğruydu. Peki güvenlik aracı girmeli miydi? Farklı görüşler olmasına rağmen bence girmeliydi. Elbette kimse bir aracın, bobcat altına gireceğini düşünemezdi ancak hava koşullarını ve muhtemel tehlikeleri göz önünde bulundurduğumuz vakit güvenlik aracının kazayı önleyebilecek bir etken olduğunu söyleyebiliriz.
Üçüncü ve kazanın gerçekleşmesindeki en önemli etken olarak, Bianchi’nin çift sarı bayraklar altında yeteri kadar yavaşlamamasını gösterebiliriz. O da diğer meslektaşları gibi, çift sarı bayrak periyotunda pek fazla zaman kaybetmemek için normal temposundan sadece 0.5-0.7 bandında yavaş bir tempoyla seyretti ve tıpkı Sutil gibi aquaplaning yaşadı. Özetlemek gerekirse kazanın %90 sorumlusu maalesef Bianchi’nin ta kendisi.
Kazanın Ardından
Korkunç kazanın hemen ardından FIA, gelecek sezondan itibaren uygulanmak üzere sanal güvenlik aracı(VSC) adında yeni bir sistem getirdi. Bu sistemle birlikte, tehlikeli bir kaza yaşanması ve güvenlik aracının girmesini gerektirmeyen durumlarda pilotlar kendilerine verilen tur zamanlarını tamamlamak için yavaşlayacak ve böylece, bu tip sorunlar büyümeden çözülecekti. Ki geçtiğimiz Britanya GP’inde bu sistemi ilk kez somut olarak deneyimleme şansımız oldu ve bence güvenlik aracının arkasında kaybedilen vakti de göz önünde bulundurduğumuzda bu sistemin oldukça mantıklı olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Kazanın ardından gündeme gelen bir başka konu da araçların kapalı kokpit konseptine geçmesi olmuştu. Muhtemelen bugünden itibaren yine gündeme gelecektir ama bu fikrin oldukça mantıksız olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Zira;
Yukarıda Bianchi’nin, bobcat altına saatte 200 kilometre hızla girdiğinden söz ettik. Hal böyle olunca araç öylesine büyük bir kuvvetle(92 g) çarptı ki, bobcat’in halatlarında asılı duran Sutil’in Sauber’i yere düştü. Sizce kapalı kokpit, böylesine büyük hızlarda pilotun baş bölgesini güvende tutmaya yetebilir mi? Hiç sanmıyorum.
Olası bir yangın veya özellikle de takla durumunda pilotun tahliyesini ciddi şekilde zorlaştırır. Bu gibi durumların daha sık yaşandığını da düşünürsek, yaşanabilecek trajediler bugün Bianchi’nin kazasıyla sınırlanan durumun vahametini azaltacak boyutta olmaz mı? Olur. Ki çoğu pilot da benimle aynı fikri paylaşıyor. Bu yüzden kapalı kokpiti Formula 1’de görmemiz oldukça düşük bir ihtimal.
Kapalı kokpit Formula 1’in tarihi dokusuna aykırı. Tasarlanan bazı demoları görmüş biri olarak Formula 1’in buna hazır olmadığını ve muhtemelen hiçbir zaman olmayacağını öngörmenin zor olmadığını söyleyebilirim.
Sonuç Olarak…
Aslında beklenen son gerçekleşti. Bianchi’nin o kazanın yaşandığı anda hayatını kaybetmemesi ve tam 285 gün dayanması bile büyük bir mucize. Ama tabii beklenmedik bir anda gelen bu üzücü haber hepimizi derinden sarstı. Feeder serilerde pırıl pırıl parlayan, Formula 1’deki ikinci sezonunda ”bitik” Marussia’ya tarihinin ilk puanlarını kazandıran Jules Bianchi artık aramızda değil. ’89 jenerasyonun Valtteri Bottas ve Daniel Ricciardo’yla birlikte en çok gelecek vaat eden ismi, birkaç sene içinde Formula 1 şampiyonluğuna ulaşabilecekken; 1994 Imola’dan bu yana Formula 1 pistlerinde hayatını kaybeden ilk pilot olarak, adını tarihe acı bir şekilde not düştü. Jules Bianchi’yi hepimiz muhteşem bir insan ve yetenekli bir pilot olarak hatırlayacağız. Toprağı bol olsun…