Gümüş Ok, 30 Haziran 1934. Barcelona GP’sinden bir fotoğraf.
F1 sezonunun başlamasına 34 gün kaldı. Bu da bize 1934 yılına gitme fırsatı verdi. 1934 yılı, motor sporları tarihinde bir efsanenin doğduğu yıldır. O efsanenin adı “Silberpfeile” (Gümüş Oklar) idi.
Her efsanenin doğuşu gibi Gümüş Oklar’ın doğuşunun da biraz tesadüfi, biraz sıra dışı, biraz da destansı bir yanı vardır.
Haydi hep birlikte o doğuma “kısaca” tanıklık edelim.
Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkan Avrupa, toparlanmaya başlamıştı. 1920’ler biterken, savaş döneminde askıda olan pek çok uluslararası spor faaliyeti yavaş yavaş yeniden düzenleniyordu. Ve hatta FIFA Dünya Kupası gibi yenileri de organize edilmeye çalışılıyordu.
O dönemin FIA’sı, “The Association Internationale des Automobile Clubs Reconnus (AIACR)”, 1932 yılında bir deklarasyon yayınlamıştı. Bu bildiride, 1934 yılından itibaren yeni bir Formula serisi düzenleneceğinden bahsediliyordu. Bu bildiriye, aynı zamanda bir de kurallar kitabı eşlik ediyordu.
1934 Monaco GP’sinin posteri. Gerçekten şık olmuş.
Bu bildiride, 1934 sezonunun Monaco’da başlayacağı yazıyordu. O dönemde yarışlar genelde 500 km sürüyordu. Ama Monaco o kadar zorluydu ki, 318 km (100 tur) uzunluğundaki bir yarışın yeterli olacağı belirtilmişti. Yani yeni Formula serisi, gözlerini hayata 1934 yılında, Jet sosyetenin önünde açacaktı.
Bu bildiriden sonra, yeni seriye katılmak isteyen firmalar hazırlıklara başladılar. Bunlardan biri de Mercedes’ti. Mercedes ekonomik koşullardan dolayı kararsız kalmış, yeni seriye katılmaya 1933 yılında karar vermişti. Proje başlarken kasa kodu W 25 olarak belirlenmişti. Ne kadar tanıdık değil mi? Mercedes’in bu seneki kasa kodu W 11. Buradaki gelenekçiliğe dikkat. Mercedes, 1926 yılından beri arabalarına “W” ile başlayan seri numaraları verir. “W” harfi, “Wagen” (Araba) kelimesinden gelmektedir. Pek yaratıcı olduğunu söyleyemeyeceğim. Ama gelenekçi…
Konudan koptuk, hemen geri dönelim. W 25 kodu ile anılan araba, kararın geç verilmesi nedeniyle sezonun ilk yarışına yetişemeyecekti. İkinci yarışa yetişmesi hedeflenmişti.
Araba pek çok inovasyon içeriyordu. Motor bugün için bile moderndi. 3,4 litre, sıralı sekiz silindirli, kompresörlü motor, üstten çift eksantrik miline sahipti. Silindir başına 4 sübaplıydı. Motor öndeydi. Fakat iyi ağırlık dağılımı için şanzıman ve diferansiyel arkada birbirine monte edilmişlerdi. Yani Transaxle-yapı dediğimiz yapıya sahipti. M 25 A motor kodu ile anılan bu motor 280 beygir güç üretiyordu. Bu motor, 1934 sezonunun bitiminde 320 beygir, 1936 sezonunun sonunda ise 494 beygir üretiyordu.
Dövme alüminyumdan gövde, hafiflik için idealdi. O dönemin kurallarına kısaca bakarsak, tek sınırlayıcı etken ağırlıktı. O dönemin FIA’sı üreticilere şunu söylemişti: Arabaları 750 kg sınırının altında ürettiğiniz sürece tasarımlara karışmayacağız. O nedenle üreticiler motor hacimlerini büyütüp motorları ağırlaştırdıkça, karoseriyi hafifletiyorlardı. Hafif alaşımlar denilince, o dönem için bilinen en hafifi olan alüminyum alaşımları kullanmak mecburi bir hal almıştı.
1934 Monaco GP’si galibi Guy Moll.
En sonunda 1934 senesine gelinmişti. Mercedes’ler ilk yarışa yetişememişti. Zaten yetişmesi de beklenmiyordu. Mercedes’in katılamadığı, Monaco’da düzenlenen sezonun ilk yarışını yine tanıdık bir marka kazandı: Scuderia Ferrari. O dönemde Ferrari, Alfa Romeo’nun yarış takımı olarak faaliyet gösteriyordu. 1939 yılında ise bağımsız bir yarış takımı oldu ve efsaneleşti. Uzun lafın kısası, o sezonun ilk yarışını Scuderia Ferrari pilotu Guy Moll kazanmıştı. Burada Guy Moll adına çok ilginç bir anekdot daha var. Ferrari adına o yarışı kazanan Guy Moll, sadece 23 yaş ve 10 ay ile Monaco’yu kazanan en genç pilot olmuştu. Bu ünvanı uzun yıllar, tam 74 yıl boyunca koruyacaktı. Taa ki 2008 yılına kadar. 2008 yılında bu ünvanı onun elinden çok tanıdık bir isim aldı. Ünvanın yeni sahibi, 2008 yılında kazandığı Monaco GP’si ile Lewis Hamilton… Lewis, 23 yaş ve 4 ay ile, Monaco’yu kazanan gelmiş geçmiş en genç pilot. Tarih ilginç tesadüflerle dolu… Elbette onun rekorunu da birisi kıracak ve bu sefer 74 yıl bekleyeceğimizi de sanmıyorum.
Her neyse, sezonun ikinci yarışı gelmişti. Gözler pistte W 25 kodlu Mercedes’i arıyordu. Ama arayışlar nafileydi. Zira teknik sorunlar nedeniyle Mercedes yarıştan çekilmişti. Proje ilk darbeyi almıştı, araba sezona zamanında yetiştirilememişti. Galibiyet yine Scuderia Ferrari’ye gitmişti. Ancak üçüncü yarışta hesap tuttu. Yoğun çalışmalardan sonra yakıt sistemindeki arıza düzeltilmiş, Mercedes’ler piste çıkmışlardı. Yer: Nürburgring. Tarih: 2 Haziran 1934, Cumartesi. Nürburgring yarışından 1 gün öncesi. Ertesi gün, yani pazar günü yarış vardı. 3 Hazirandaki yarış öncesinde, diğer tüm araçlar gibi Mercedes arabalar da tartıya çıktı. Arabaların legal olup olmadıkları belirlenecekti.
Gümüş Ok efsanesinin ilk doğduğu yarışın başı… Tarihi bir fotoğraf karesi.
Ondan sonrasını görgü tanıklarının ağzından anlatalım: Geçen yarıştan çekilmek zorunda olan 1934 model Mercedes’ler, en sonunda tartıya çıkmıştı. Birden W 25 projesinden sorumlu Alman mühendislerin yüzü düşmüştü.
Neubauer için pit stratejilerinin mucidi diyebiliriz. Burada pilotuna kendisi taktik veriyor. Yarış camiasına çok şey katmış bir adamdı.
Mercedes motor sporları direktörü Alfred Neubauer’in ağzından, „Nun sind wir die Gelackmeierten!“ (Şimdi salak gibi görünüyoruz!) cümlesi dökülmüştü.
Büyük umutlarla geliştirdikleri araba, izin verilen 750 kg’den ağırdı. Araba, tartıda 751 kg gelmişti. Beyaz araba, pahalı bir fiyaskoya dönüşmek üzereydi.
Burada renklerle ilgili de kısa bir parantez açalım istiyorum. O zamanlarda arabalar, pilotların vatandaşı oldukları ülkenin seçtiği renklerde boyanırdı. Alman pilotlar beyaz renkli arabalar kullanırlardı. Yani Alman pilotların yarışlardaki rengi beyazdı diyebiliriz. Bu bir kural değildi, ama bir gelenekti. Zaten, yarışların daha kurallı hale gelmeye başladığı 1906’dan o güne kadar renk konusunda pek çok istisnai durum olmuştu.
Manfred arabasının içinde.
Konumuza dönersek, Mercedes W 25 olması gerekenden ağırdı. Moraller bozulmuştu. Herkes kara kara düşünürken, pilot Manfred von Brauchitsch’in aklına bir fikir geldi. Kendisi zaten iki sene önce boyasız başka bir Mercedes ile yarış kazanmıştı. 1932’deki bir yarış öncesinde arabayı ucu ucuna toplayabilmişlerdi. O nedenle arabayı boyamaya zamanları kalmamıştı. O da boyasız, parlatılmış alüminyum gövdeli bir araba ile yarışmıştı. Hem de sürpriz bir şekilde kazanmıştı. Radyoda o yarışı anlatan Alman spiker büyük coşku içinde “Silberpfeil” (Gümüş Ok) galibiyete gidiyor diye bağırmıştı. Spikerin bulduğu bu takma isim, yarışı kazanan Manfred’in dikkatini çekmiş, onun aklında yer etmişti.
İşte tam o anda, Manfred von Brauchitsch, Mercedes’in motor sporları direktörü Alfred Neubauer’e arabanın boyasının soyulması fikrini sunuyor. Normalde bir Akdeniz insanından beklenebilecek anlık çözüm önerisi, şaşılacak şekilde bir Alman’dan geliyor. Başta da dediğim gibi biraz tesadüfi, biraz da sıra dışı bir durum. Motor sporları direktörü Alfred Neubauer de hemen kabul ediyor. Normalde Alfred Neubauer gibi inatçı ve kuralcı bir adamın da bu fikri hemen kabul etmesi ilginç.
Mekanikerler uzun bir gece çalışmasından sonra beyaz boyayı söküyorlar ve boyanın altından ortaya çıkan alüminyumu parlatıyorlar. Ertesi gün garaja gelenleri, alüminyumdan gövdenin parıltılı sadeliği karşılıyor. Hem sade, hem güzel. O gece mekanikerler sadece boyayı sökmüyorlar, elleriyle bir efsanenin doğumuna vesile oluyorlar.
Sonuç olarak araba istenilen ağırlığa inmişti. Ertesi günkü yarışı da kazanan Manfred von Brauchitsch, hem bir efsanenin doğumuna katkıda bulunmuş, hem de yarışı kazanarak o efsaneyi taçlandırmıştı.
Gümüş Oklar efsanesinin doğumuna neden olan W 25, 3 sezonda toplam 16 galibiyet ile tarihteki yerini aldı. Mercedes, zaman zaman savaşlar ve ekonomik krizler nedeniyle yarışlardan çekilmek zorunda kalmıştır. Fakat Mercedes, 1894 yılında düzenlenen ve kendilerinin kazandığı dünyanın ilk otomobil yarışından beri yarış dünyasının parçasıdır.
Efsaneler ölmez, sadece şekil değiştirir.
Otomobil böyle bir şey. Nedendir bilinmez, bir çekiciliği var, zaman içerisinde tutkuya dönüşen bir yanı var. Tutkuya dönüşen bu çekicilik sayesinde, otomobilin 130 yıllık tarihinde pek çok efsane doğdu. Şahlanan At, Gümüş Oklar, Gümüş Balıklar, Rosa Sau (Pembe Domuz), Longtail (Uzun Kuyruk) ve daha niceleri. Kimi efsaneler zaman içerisinde dinlenmeye çekilirken, kimisi de şekil değiştirerek yollarına devam ediyorlar.
Hep dediğim gibi, tarih bitmedi. Motor sporları tarihi yazılmaya devam ediyor. Bakalım, 2021 yılı ile birlikte başlayacak bir sonraki bölümü kim yazacak?
İyi okumalar,
Fırat KESKİN